Osman
Ben yeterliyim, ben herkesten daha güzelim. Çok özel biriyim. Hayatım gerçekten değerli. Şu kalbin fiyatı ne kadar haberin var mı? Ya da bu ciğerlerin? Hepsi çok değerli. Fakat para çok değersiz. Hiç para satıldığını gördün mü oğlum? Satılmaz tabii, ben değerliyim, para değil!
- Biraz kalabalık gibisiniz, diğer kasayı açmamı ister miydiniz?
- Ne diyorsun abla ya? Tek kişiyim şurada.
- Beyefendi, bağırmanıza gerek yok, sadece işimi yapıyorum. Diğer arkadaşları bu kasaya alabiliriz.
Osman arkasını kendinden emin bir şekilde döndü ve düşündüğü gibi delirmemişti, bu çatlak karı onunla kafa buluyordu. “Lan sen benle taş-” diyecek oldu fakat sözü yan kasadaki Osmanlar tarafından kesildi, hepsi de ayrı telden çalıyordu. Osmanlar alışverişini bitirince kapıdan çıkıp gittiler. Akıl almaz bir olaydı ama bazıları mısır gevreği bile satın almıştı. Parayı nereden bulmuşlardı? Osman’ın parası hiç olmazdı.
Saatimin alarmı benim bu önümüzdeki bir hafta boyunca anlam vermeye çalışacağım fakat rüyaların sadece görülmek için olduğunu fark etmeyen zihnimi sarsarak uyandırmıştı. Yatağımdan kalkmak için çoğunlukla on ila on beş dakika boyunca sebep arardım fakat bugün önemli bir gündü. Bir kızla buluşuyordum!
Yataktan başımı döndürecek hızda kalktım. Dişlerimi fırçalamak için lavaboya davrandım, diş macunun az kalmıştı yine de paketi boğazlayarak konuşturmayı başardım. Plöp diyordu son naralarında çöp kutusunun ve poşetinin en yakın arkadaşı olmadan önce diş macunum. Dişimi fırçaladıktan sonra sıra kahvaltıdaydı. Dünden kalan omleti ısıtıp yedim. Yanına da bir tane portakal suyu dikledim. Annem hep “hızlı iç vitamini kaçar” derdi. Bu çoğu işte böyle değil miydi? Evlen yoksa yaşın geçer, oku yoksa bir bok olamazsın, çalış yoksa tatile gidemezsin. Madem öyle annem niye portakal suyunu kayırıyordu sadece? Bu tür işleri şimdilik düşünmeyi bıraktım ve yemeğimin ardından saçlarımı özenle taradım, uzun zamandır kesmediğim bıyığım ve sakalım bir mağara adamı olsaydım neye benzeyeceğimi ele veriyor, bir neanderthal olmadığıma sevindiriyordu. Kaşlarımın ortası, rüyalarımla terlemiş üst dudağım ve sol ve sağ yanağımdan fışkıran erkek olmanın en belirgin sembolünü bir jiletle söküp toplumdaki düşünceye göre tam bir “karı”ya benzedim. Yine de doğru olması gerekmiyordu toplumun düşündükleri, çoğunun bir düşünceyi düşünmesi yeterliydi fakat topluma saydırmak için kesmemiştim yüzümü. Yüzümü yıkadım ve aynada yepyeni bir adam gördüm, mucizelere her zamankinden biraz daha inanmaya başlamıştım. Şimdi ne giyeceğimi seçmekteydi sıra. Üstüme yakalı, düz bir siyah tişört geçirdim yeşil bol pantolunumu ve trençkotumu da giyindikten sonra gerçekten de bir şeye benzemiştim. Şimdi buluşacağım kişiden mesaj bekleme zamanıydı. Beklemek kolaydı, hatta en iyi yaptığım şeylerdendi. Plak koleksiyonumun içinden Frank Sinatra’dan That’s Life parçasını açtım. Frank de beklemeye dayanmanın formülünü çözmüştü, "Hayat bu" diyerek. Hayat da çoğu kez hatırlatıyordu, doğmayı beklemelisin, büyümeyi beklemelisin, şu üçüncü dalga kahvecideki sırayı beklemelisin, mezun olmayı beklemelisin, mezun oldun şimdi iş bulmayı beklemelisin, biz sizi ararız dediler aramalarını beklemelisin, işi aldın tebrikler şimdi terfi beklemelisin, ofisteki Melis benden hoşlanıyor mu acaba? Doğru anı beklemelisin, yanlışlıkla ona onu sevdiğini söyledin, beklemeliydin! Bu sırada terfi aldın çünkü Melis’i parmaklamayı düşünürken işini de ihmal etmedin, Melis de senden hoşlanıyormuş, çıkmaya başladınız. Ben bir kurtçuk olsam sever miydin dedi. İçinden, “Hayır, bu nasıl bir soru?” desen de yüzüne “evet” dedin. Ailesiyle tanışmayı bekledin. Babası, kızını ondan uzaklaştırdığın için biraz huysuz. Annesi daha sevecen ve sana bayıldı. Herkes bilir ki biriyle evleneceğin zaman ailesiyle de evlenirsiniz. Babasıyla futboldan, ekonomiden konuştunuz ve çok gerekli olduğunu hissettiğinde babasına evlenme teklifi ettin. Babası Eren abi ile Las Vegas’a kaçtınız. Eren abinin ailesi kahroldu tabii ama mutluydunuz. Eren abinin Casinolardan birine borçlu olduğu ortaya çıktı. Epey Rus bir casino görevlisi ikinizi de sorgu odasına alıp parayı vermenizi aksi takdirde bütün sevdiklerinizin öleceğini kırık bir İngilizceyle size anlattı. Eren abiyle kötü bir kavgaya giriştiniz: - Hani her şeyi birbirimize anlatacaktık Eren? Sadece Eren abinin böbreklerinin parayı ödemeye yetmeyeceğini bildiği için seni de getirdiğini öğrendin. Tüm bunlar olurken Rus gittikçe sabırsızlanıyor, odada bir o yana bir bu yana gidiyordu. Frank Sinatra dinlemediği belliydi. Eren abiyle hararetli kavganız Rus’un zaten kötü ruh halini etkilemiş olacak ki son hatırladığın suratına doğru yaklaşan dirseğiydi. Uyandığında kesilmiş biçilmiş hissettin, Eren abi hala uyuyordu ya da onu çoktan halletmiş olacaklardı ki Rus sana bir testereyle feci şekilde bakıyordu. Gözünün önünde pimini hasretle çekip sana doğru yaklaşmaya başladı. Sen de hep yaptığın ama yaptığını da hep unuttuğun şeyi yaptın. Bekledin.
Melis’in babası Eren abiyle olan kurgulu hikayem biraz uzun sürmüş olacaktı ki plak dönüp dönüp duruyor, telefon da çalıyordu. Telefonu açtım.
Algılayamadığım şeyleri sormayı beyine hakaret sayıyorum. Yeterli algıya sahip değilmiş gibi hissediyorum. Eğer öyleyse ne yapabilirim ki beni ben kılmak için? Kendime bunu sorduğum sıralar kendimi parçalamak istiyorum. Bir bakıma parçalara ayrılmış sayıyorum kendimi böyle bir soru sorduğum için. Şu hayatta algılanmaması gereken çok şey de var. Dinlerin algıları kapamak ve daha çok dokuz yaşında çocuğu Kur’an kursuna yazdırabilmek için yaptıkları “Din tartışmayın” diye garip bir dini ultimatom verilmesi ırklardan nefret etmenin içimizde kodlu olması ve bizden farklı olana kötü bakışımızın düzelmeyecek bir şey oluşu, önyargıların gerekli olduğu, yalnızlığın kaliteli zaman için gerekliliği ve futbol. Hepsi de muhteşem derecede çözülmesi zor konular.
Yiyemediğim yemekler bana kızar diye öğretmişti annem, tam da bu yüzden çocukken başlıyordu çözülmesi gereken hangi konudan birisine mensup olacağı insanın. Kararsız da kalıyordu insan doğrusu. Bazıları daha da artırıyordu sorun sayısını. Onlar problemlerini aşmaya çalışan ancak problemlerin aşılmaması gerektiğini insanoğlunun problemlere ihtiyaç duyduğu bilgisinden bihaber olmaları hiç yardımcı olmuyordu diğer gruplara. Diğer bir grup problemlerinin farkında olmayan, bu yüzden çözmeye de yakın olmayan gruptu. Bu insanlar karşısındaki kişinin onların ne kadar sorunlu olduklarını fark etmelerinden şikayet etmezdi. Kendileri sorunlarının bu kadar fark edilebilir olduklarını bilmez dolayısıyla normal davranışlarını sergilemekte bir sakınca da görmezlerdi. Son grup ise problemleriyle aşk yaşayan, hayatlarını problemleriyle eşleştiren, onların gayet farkında olan fakat onları çözmek için fazla uyuşmuş insanlardır.
Problemler zaten hiçbir kez çözülmez. Yenisi hep yoldadır. Umut insanın yakalanacağı en güzel talihsizliktir. Problemlerin çözümlerine karşı duyulan umut anlamsız ve duyulması gereksizdir. Hayatta neyle yaşayamayacağınızı hissettiyseniz yanılıyorsunuz. İnsan her türlü talihsizliğin üstesinden gelebilir. Kendisi en büyüklerinden biri olduğundan beri hayat zorluklarla doldu. Şimdi karnınızı kelimelerle doyurdunuz ama unutmayın o kelimeler de bir talihsizin elinden çıktı.
- Osman artık anlat diyorum ne konuştunuz?
- Anlatmayacağım abla ne kadar yalvarsan da.
- Tamam onu anlatma madem… Kız nerede? Ailesi meraktan çatlayacak!
- Ben nereden bileyim? Sevgilisi olacak adama sorsanıza, sanki ben ırzın geçtim kızın.
- Osman! Ne biçim konuşuyorsun, milletin içindeyiz. Hay Allah'ım deli edersin.
- Siz deli edersiniz, siz! Ben hiçbir şey yapmadım. O anasına babasına inat kaçmıştır yine.
- Tamam bir haber alırsan söyle. Biliyorsun ne kadar perişan olduklarını.
- Anneme ne zaman gideceğiz?
- O nereden çıktı be?
- Bugün doğum günü.
- Sen git, benim birkaç işim var. Evde de yemek var dışarıdan yiyip durma. Üstünü de kapat hasta olacaksın.
İyi niyetli ablam hiçbir zaman annemi ziyaret etmezdi. Sorduğumda intikam aldığını söylüyor. Vicdan mastürbasyonu bittiğinde pişman olup gelecek eninde sonunda o da fakat o zamana kadar devam edecekti.
Otobüste bir yandan binen insanların olduğu durağı gözlemliyor diğer yandan gözüme kestirdiğim birini süzüyordum. Üstü başı özenli bir hanımefendi yaşlı teyzeye yer veriyor, teyze yaşamaktan usandığını belli etmemek için ağzında bir teşekkür geveliyor, arkasındaki abazan, yer veren kadını becermeyi düşünürken, ben de anneme ne alacağımı kararlaştırıyordum. Geçen sefer menekşe almıştım bu sefer pembe bir gül seçmeyi düşünüyordum. Otobüsten indim, her zamanki çiçekçiye girdim, her seferinde beni tanıyor fakat ismimi hatırlamıyordu.
- Kerem miydi? Yok, dur hatırlayacağım!
Her seferinde de hatırlayabileceğine olan güveniyle beklememi istiyor, isimlerin hiçbir önemi olmadığını beyninin hafızasını yöneten kısmı anlıyor fakat kendisi ismimi hatırlayınca Kim Bir Milyon İster yarışmasında son soruyu bilmişcesine sevinmeye hazır görünüyordu. Yine de bu çiçekçiye her gelişimde tahminleri biraz daha doğru cevaptan uzaklaşıyor, bir milyon değerindeki ismim bir sır olarak kalıyordu, ta ki pes edip çiçekçilik yaptığını hatırlayana ve benim bir sunucu olmadığımı, çiçek almak için orada bulunduğumu çözene kadar.
- Ha sen Behice’nin oğluydun, ne kadar büyümüşsün. Ay ilk duyduğumda ne ağladım, anneni çok severdim. Büyük kızı nasıl şu sıralar?
- İyidir Mehlika teyze ne olsun. Pembe gülün var mı?
- Var tabii oğlum, bir saniyeye geliyorum.
Mehlika teyzeden ayrılınca eski evimizin arka bahçesine geldim. Buluşma yerimiz burasıydı; denize bakan koca bir tepenin eteğinde ağaçlık gölge alan bir yere gömdük annemi. Her doğum gününde ziyaret edip, hayatımda ne olup bitiyorsa anlatıyordum. Her gidişimde bu kez son dedim yine de annemin mezarı benim yıllık tuttuğum günlüğüm gibiydi ve onu fırlatıp atamazdım.
- Zayıfsın Osman ne zaman anlayacaksın, annen seni hiç sevmedi. Belki sen küçükken seni boğmayı bile düşündü. Ailene güvenemezsin, hayattaysan sen daha çok acı çek diye hayattasın. Hepsi bu, fakat ben bir fark yaratacağım diyebilirsin, bunu herkes diler, yine de günün sonunda umut hep seni hayal kırıklığına uğratabilmek için var. Uğradığında ben orada olacağım. Sana söylemiştim demek için.
Erdem denen adam belki haklıydı ama anlattıklarını bilmediğimden yapıyor değildim yaptığım şeyleri. Her şey büyük bir alışkanlıktan ibaretti. Yoksa geleceğe dair ümitli herkes hayattan nefret etmeyi öğrenirdi günün birinde.
Yorumlar
Yorum Gönder